- (1)
Her güzel şeyin bir bedeli varmış, ödedim. Her güzel şey bitermiş ve bitti.
Monitörün camı kirliydi. Nasıl kirli olmasınki? Bir haftadır odama uğramıyor, hayatımın en güzel günlerini hayal tadında yaşamanın keyfini sürüyordum. Odama geri döndüğümde monitör kirlenmişti, az sonra göstereceklerini gizlemek ister gibi. Bişeylerin ters gittiğinin farkındayım, her şey yolunda değil. Cadıların gerçeği görmek için cam kürelerine bakması gibi, ben de kirli cama soruyorum gerçekleri…
Bitmiş aşk. Tüm güzellikler, hedefler, hayaller… Hepsi kirli camın ardında artık. Hayal kırıklığı, hüzün, sinir, nefret, acı… Yaşanabilir o kadar çok duygu varki, hiçbirini beceremiyorum. Şaşkınım sadece. Ne yaptığımı ya da ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Masamın üzerini topluyorum hızlıca, dosyalarımı düzenliyorum ve kirli camı siliyorum. Dakikalar ilerledikçe hayal kırıklığı kaplamaya başlıyor bedenimi. İnanmak istemiyorum. Bu bir kabus ve az sonra bitecek. O gülen gözlerden kalbime yayılan ışık sahte olamaz. Tüm bunlar kötü bir kabus ve az sonra bitecek. O bana aşık, değil mi?
Bitmiş aşk. Her geçen saniye daha fazla yayılıyor bedenime bu kabusun gerçekliği. Nasıl olur? Nasıl biter? inanması güç.
(2)
Hayır ağlamıyorum. İçime akıtıyorum gözyaşlarımı. Dün gece yüreğimde aniden çıkan yangını söndürsünler diye. Kolay kolay sönecek bir yangın değil bu, belli ki zaman alacak. Yine de sabırla içime akıtıyorum gözyaşlarımı.
Bakıyorum ama görmüyorum, dinliyorum ama duymuyorum. Gördüğüm her cisim, duyduğum her ses ayrı bir anlam kazanıyor şimdi. Her şey aşkı hatırlatıyor bana. Henüz birkaç gün önce elime geçen, aşkımızı cisimleştiren kupa bardak hala masada duruyor. Üzerinde “bebeğim” yazan kulplu tarafı bana dönük. Dolabın rafında yazdığım mektup, asla tamamen temize geçemeyecek olmanın acısıyla ömür boyu beklemeye mahkum. Lacivert bir bere bana bakıyor koltuğun üstündeki giyecek dağının en tepesinden. Bir yudum suya ihtiyacım var. Lavaboda siyah bir kupa karşılıyor beni. Yutkunup vazgeçiyorum bir yudum sudan da. Yatağa oturuyorum tekrar. Her gece aşkla sarıldığım yorgan, dün geceki soğukluğumu anlamış olsa gerek, suratını büzmüş. Kahrolası telefonun şarjı azalmamış, dün gece konuşamadıklarımı ve bundan sonra konuşamayacaklarımı vuruyor yüzüme. Ufak, yuvarlak sehpanın üzerindeki cumartesi ekinde “AŞK” yazıyor büyük puntolarla. Rafta, hemen mektubun yanında boxer dergisi var, kapak konusu ise “mükemmel ön sevişme için 41 ipucu”. Üst raftaki fotoğraf makinasının içindeki fotoğraflar siyah-beyaz artık. Dove vücut kremi, lip-stick, doldurma parfüm, raftan aşağı atlamak ister gibi yan yana durmuş. Her şey üzerime geliyor.
(3)
“Sanırım en iyisi uyumak” diyerek giriyorum yorganın altına. Soğuk, tüm sıcaklığını yitirmiş, soğukluğuyla canımı acıtıyor. Acıya alışmam gerektiğini hatırlayıp kapıyorum gözlerimi. Umduğum karanlık yerine siyah-beyaz bir film karşılıyor beni. Eski, siyah-beyaz bir aşk filmi. Daha önce izlemişim belli, her saniyesi aklımda. Bir kez daha izlemeye katlanamıyorum ve fırlıyorum yataktan. Allah’ım çıldırıyor muyum?
Odadan dışarı atıyorum kendimi, hava çok soğuk olsa gerek ama üşümüyorum. Merdivenlerden inerken gördüğüm bank bana saatler süren telefon konuşmalarını ve aşk dolu sözcükleri hatırlatıyor. Dışarıda da beni bekleyen hatıralardan başka birşey değil, geri dönüyorum odama. Hiç olmazsa kimse görmesin beni bu halde, nasıl anlatırım onlara?
Belki televizyon beni uzaklaştırır bu acıdan diye düşünüyorum. Evet, evet! Bu iyi bir fikir olabilir, televizyon izlemeliyim. Güzel bir program olsa bari diyerek TV salonuna gidiyorum. Televizyonu açtığımda karşıma çıkan kanalda bir aşk filmi. Hızla kumandaya uzanıp değiştiriyorum kanalı. Bir sonraki kanalda ise hava durumunu söylüyor kadın, “Kocaeli parçalı bulutlu 11 derece.” …
Allah’ım bana güç ver. Her şey üstüme geliyor. Her şey onu hatırlatıyor, heryerde o var. Kurtar beni bu anlamsız acıdan, hafiflesin hiç olmazsa. Lütfen Tanrım kurtar beni…
(4)
Nasıl olduysa yatağa girip uyumuşum, hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda aklıma gelenler eski hatıralar sadece. Bugün de acıyla dolu bir gün olacağını anlıyorum. Belki iyi gelir diye duşa giriyorum. Çıplak vücudumda kalan tek cisim, bileğimdeki, eski, yıpranmış, yeşil deri parçası. Hatıralara tekrar fırsat vermemek için düşünmeden giriyorum suyun altına. İlk damlanın düşmesiyle bir şarkı duyulmaya başlıyor, sanırım üst kattan;
“Aşk oyunu buna derler güzelim, şeçmelisin birini.
Bir şöyle bir böyle derken kaçırır, harcarsın sevgileri.
Yeni aşk caydırır, çoğu zaman aldatır, gelen gideni aratır.
Aşk oyunu buna derler güzelim, aklını başından alır…”
Üst kattan yayılan müzik bile bana düşman. Usul usul kabullenip çöküyorum yere. Başımdan aşağı akan suya gözyaşımı karıştırmıyorum, içime akıtıyorum hala. Başımı ellerimin arasına alıp dizime yaslıyorum. Sanırım yapılabilecek tek şey bu.
Ne içime akıttığım gözyaşlarım, ne de dakikalarca üzerime boşalan su yüreğimdeki yangını hafifletmemiş olacak ki, duştan çıkar çıkmaz odadaki tüm eşyalar tekrar eski anlamlarına bürünüp yeniden üzerime gelmeye başlıyorlar.
(5)
Hava kararmış. Merve yemeğe çağırıyor. Son lokmamın üstünden 48 saatten fazla zaman geçti fakat açlığa dair en ufak bir belirti bile taşımıyorum. Değişiklik olsun, hem ihtiyacımda var diye düşünerek gidiyorum ve beklenen sorunun sorulması uzun zaman almıyor;
– Berrin nasıl?
– İyidir herhalde.
– Nasıl herhalde? Konuşmadınız mı?
– Ayrıldık biz…
– Nasıl!?
– Ayrıldık işte…
– Neden? Aman barışırsınız siz.
– Hayır, bitti.
– Nasıl ya? Neden?
– Boşver.
Gelmeyin üstüme, yalnız bırakın beni gri bulutlarımla. Engellemeye çalışmayın şimşekleri, bırakın çapsınlar.
Odamda eşyalar aynı anlamlarıyla beni bekliyorlar. Alışmalı mıyım buna?
Bitti mi aşk?
(Aralık 2004)